8 Haziran 2009 Pazartesi

Vantilatörümün pırpırı eşliğinde şu an kıçıma baka baka ağlıyorum ya da olsa o kadar yani


Sevgili Blog,
Dün gece çevirimi bitirdikten sonra bir nebze olsun uyumak, kendime gelmek, göz altı torbalarımı biraz olsun ortadan kaldırmak için azıcık televizyon önüne geçtim. Tabi ki yine bütüüün güzel programlar saat 2-5 arasında yayınlanıyordu ve pek tabi ki ben de heeepsini zap zap yaparak izledim. Neden sonra uyumuşum, ama çok değil, hatta diyebilirim ki "vallahi sabaha kadar gözümü kırpmadım".

Dan dun dan dun sesleri ile irkilerek ve böyle gözlerim bertilerek uyandım. Pınar'ın ülke dışında marihuana kaçakçılığıyla uğraşıyor olması, Memet'in Bilecik'ten kız almak üzere ailesinin yanına terk eylemesi ve akabinde Tolga'nın Amerika Birleşik Devletleri'ne mülteci olarak girmek amacıyla Ankara'da Belalı Bilo'nun huzurlarına çıkmaya gitmiş olmasını fırsat bilen HAYAT bugün bana daha sabahın köründe güzel bir sürpriz hazırlamıştı.

Hayaat bunu nedeeen yapıyosuuun diyerek yerimden kalktım ve mutfağa gittim, karnım da pek acıkmıştı o yüzden de evde hiçbişi yoktu. Böyle de inada inat bir gündü yani bu. Nese ya, şu an kendimi üzemiycem dedikten sonra giyindim, çıktım sokağa. Zira bir taksime uğramam birkaç iş halletmem gerekiyordu. (Gizem yaratmak) Ama tabi o nadide o feriştah o süblümleşmenin sübü nam-ı diğer hayat hemen bu noktada çok güzel bi piyes daha hazırlamıştı bana.

Şurda aylardır her sabah bir 22Re olsun bir 25e olsun beklerken sürekli ama sürekli 40T, yok efendim 42 yahut DT2 gelip durmasına öyle alışmışım ki kırk yılın başında bir taksim otobüsü beklediğim için bu sabah çat diye 22RE gel dur karşımda, haliyle sinir oldum. Beklesem gelmezsin dedikten sonra ardından bi de 25E gelmesin mi? Yuh artık dedikten sonra neyse ki "her iki istenmeyen otobüsten sonra kalabalık da olsa beklenen otobüsün gelmesi" teoremine uygun olarak tabi ki bir 42 ya da DT2 bekliyordum. Ama noldu, 22 geldi. Ya gerizekalı mısınız ya falan diye içsel olarak bağırmaya başlamışken bu sefer de 57UL gibi ömrü hayatımda ya 1 ya 2 kez karşılaştığım otobüsün çıkagelmesi artık oturup ağlamaya başlamam için gözüme gözüme sokulan bi işaret gibiydi.

Yoo, yooo, yooo... Pek tabi ki bundan hemen sonra bir de Topkapı İstinye hattında çok ama çok nadiren tesadüf ettiğim 28 numaralı otobüs gelince belki de bugün taksim'e gitmenin yasak olabileceğini düşünmeye başladım. Hemen telefonumu çıkardım tarihe baktım 1 mayıs falan da değildi yani gayet 8 Haziran yani. Neyse ki bu saflığıma acımış olan hayat beni bir nebze olsun kendime getirmek için bir adet eski püskü 40T ile bir adet püfür püfür klimalı DT2 gönderdi. Ben de çooook zeki bi insan olduğum için arkadan gelen DT2 ye bindim sonra gittim böyle ters duran koltuklardan birine oturdum ki aslında hiç sevmem.

Neyse işte artık her şeyin yeniden yoluna girdiğini düşündüğüm bir sırada beşiktaş'ta otobüse binen iki şahıs tüm otobüste ve özellikle hemmmen yanı başımda durdukları için de benim üzerimde inanılmaz bir sinir harbi oluşturdu. Böyle kolları kesilmiş açık mavi gömleği, tüm alt bedenini sıkı sıkıya kavrayan fil dişi pantolonu ve üzerinde gucci falan yazan terlikleriyle aslen esenlerde yaşadığını öğrendiğimiz beyfendi ile anadolunun bağrından kopma, gömleği açık, atleti dışarda, bağrı kıllı bir başka arkadaşımız harıl hurul didişmeye başladılar. "Paramı ver yoksa burda cingar çıkarır rezil ederim seni" diye söze başlayan guccili şahıs anlaşılan vermiş ama parasını alamamıştı. Artık belinde çakısı mı var silahı mı var bilemediğim Bekir abi de yarı sinirli yarı saf bir şekilde hede hödö diyip hiçbir yerden de destek almak aklında gelmediği için otobüsün içinde oraya buraya devrilerek kendince bir yaşam formu oluşturmaya çalışıyordu. Taksime kadar bir şekilde barıştılar, Bekir Ponpon'a 1 lira verdi, ama sonra mecidiyeköyde beraber inip esenlere gitmeye karar verdiler falan filan, orası beni ırgalamaz. Ben zaten kendimi dışarıya attım kurtuldum.

Gideceğim adresin istiklal üzerinde olduğundan son derece emin bir şekilde hızlı hızlı ilerlemeye başladım, o arada tolga "belki istiklalde değildir" diye aradı, "suratına tükiriyim" dedikten sonra tekrar ödemeli arayıp "bari memet'e söyle beni arasın" dedim, çok geçmeden ama ben galatasaray lisesine varmış iken memet aradı, "meğer istiklal'de değilmiş de o tarlabaşı tarafına doğru falanmış" dedi, "ölürsem kabrime gelmeyin" dedim falan filan, bunlar hep hikaye, asıl sorun ben bu arada böyle 880 fahrenayt falan bi sıcaklığa ulaştım ki bilen bilir baya yüksek bi sıcaklık kendisi. Neyse oraya gittim zart zurt, sonra otobüse bineyim dedim ama otobüs yoktu ben de bi 559c buldum bindim, indim beşiktaşta ordan da eve yürüdüm. Oh lan dünya varmış dedim hatta eve gelince. Sonra da şöyle bir koltuğa uzanayım da kendime geleyim dedim. Yaa, yaaa, demez olaydım. Bi an için şöyle bir kafamı döndürüp parkeye baktığımda minicik siyah bir noktanın süratle zıpladığını ve yine aynı süratle yere iniş yaptığını görmem ve hay beynin kopsun demem bir oldu.

Evet, beklenen şey olmuştu. Kaç gündür her seferinde unuttuğum pencereden sinekliği böyle tırtıklayıp içeri dalan sonra da evin çeşitli yerlerinde uyuklayan kedi nüfusundan kaynaklı pirelenme durumu söz konusuydu. 'Namıssız kediler, şerrafsız hayvanlar' diyerek ağlamaya başladım ya da olsa o kadar yani.

O sırada işte tüm sevdiklerime 5 dakikalığına falan küstüm. Beni burda bu acılır hayatımla başbaşa bıraktıkları için trip attım onlara çok pis. Sonra baktım kimsenin sikinde falan değilim kalktım Elbruz'u aradım dedim böle böle ben şu an çok pis sıçtım, o bana verdiğin ilacı böle sulandırıp evi ilaçlasam mı yoksa direk o ilacı böyle lıkır lıkır içsem mi dedim, o da sulandır kullan dedi. Ben de çok sulandırmadım açıkçası, onun söylediği orandan daha ilaçlı yaptım böyle o kadar ilaçlı yaptım ki, o kadar hırslandım ki o an, böyle içimde nefret, kazulet gibiydim adeta. Bastım ilacı, bastım ilacı. Sonra dedim biraz dışarı çıkayım, pencereleri de kapadım mıh gibi, sonra biraz daha bastım ilacı, oooh, geberin lan dedim, çıktım dışarı.

Dışarda ilk olarak o yıvşık kediyi gördüm kafamı çevirdim. Biraz ilerde de o beyaz sarı olan namussuzu gördüm. Böyle resmen öyle bi bakış attım ki kediye sonra bu acıncak halime bi süre güldüm. Resmen sinirimden kediye trip attım belki anlar da üzülür bi daha gelmez diye düşündüm safça.

Öyle yani sonra eve geldim tüm evi süpürdüm falan, çöpleri döktüm. Her yerim ıyk mıyk böle kaşıntı tuttu sinir oldum bari girem de bi duş alam bugün de bölece bitsin hof dedim. Demez olaydım, sular kesikmiş. Başka da bişi demek istemiyorum artık. Heralde geçersiz bi işlem yürüttüm, kapatılcam. Bilmiyorum. Öyle yani.

2 yorum:

Fehmi Öztürk dedi ki...

ya bizim bi hayalimiz vardı pınarla, senin kimliğini değiştirmek, ve sürekli gittiğin mekanlarda sana mustafa, memet, ali, gibi bir isimle seslenilmen, o isimlerden biriyle sana kimlik yapmak, seni bir şekilde ali mustafa memet yapmak gibi salak saçma bişiydi yani... bunu da biz yaptık aslında, evdeki yemeği biz yedik, pireleri biz soktuk, yandaki adamlar tiyatro provası yaptılar, suları büyük bir operasyonla, özel kalem müdürüyle filan irtibata geçip, kadirciğime yaptırttık... bu da bööle biline...

Unknown dedi ki...

ya biliorum onu ya anlatmıştınız, iyki yapmadınız öyle bişi zira benim sabır eşiğim çok düşükmüş. bugün onu anladım. hala da gelmedi zaten sular söyle bir yıkanıp sinirlerimden ayrılmak istiyorum.