17 Kasım 2008 Pazartesi

Valie Export

"This is my right; it is the right of every human being. I choose not the suffocating anesthetic of the suburbs, but the violent jolt of the Capital, that is my choice. The meanest patient, yes, even the very lowest is allowed some say in the matter of her own prescription. Thereby she defines her humanity. I wish, for your sake, Leonard, I could be happy in this quietness."
-virginia





14 Kasım 2008 Cuma

in the end only kindness matters

küçük benim ellerim, bilirim
ama onlar senin değil, benim.
-j


insanın evi gibisi yok. mesela burdan oturup da mutfağa doğru bakınca sanki pek ezbere bildiğim bir monaliza tablosuna bakar gibiyim. pek de ezbere bilmem monalizayı ama bu mutfaktaki görüntü neredeyse öyle bir his uyandırıyor bende. pek tabi bir cezanne olabilir ancak ışık mışık derken bir barok havası da yok değil. enivey


bir keresinde bi rüya görmüştüm (o la la) orda bostanlı'daki eski evimiz vardı. ama o evden yalnızca bi kare gibi bişi vardı aslında. tam koridora girerken sağ yanda duvarda asılı bi ahşabımsı vardı. ona bilimum anahtar asılır ne biliyim faturalar sıkıştırılırdı. onun altında kalan duvarda ise böyle bir sıva çatlakları kabarmalar vardı. senelerce öyle çok bakmışım ki aklıma kazınmış. sonra bir gece - ki baya bi post-ergenlik dönemlerimde falandı - sen yat bu rüyayı gör. bir işaret miydi bu acaba? şimdi sen kalk gene yıllar sonra bunu hatırla. acaba kimler yaşıyo şimdi o evde, evimizde. sonuçta o bizim evimizdi. hala da bizim sanki hani gitsek çıkın lan burdan desek çıkıcaklar. rüyalarımın nerdeyse tümü orda geçiyo mesela hep o mahalle hep o merdivenler. sürekli apartmana girip posta kutusuna bakmalar, sürekli yukarı çıkmaya çalışıp aşağı inmeler. bi de o apartmanın karşısındaki iki katlı evler. o evlerden birinde bir şey var anımsadığım ama ne olduğunu bilmiyorum. sadece önemli bişi ama çok unutmuşum. sadece bir gün gene bir rüyamda orayı görmüştüm. bi kuş vardı orda bir yere kaçıyordu. sora ben de koşup peşinden içeri giriyodum ve böyle her yer öyle beyazdı ki böyle bir ışıklar bir parıldamalar. kuş da orda bir çeşmeye konuyodu. pek güzel ama tedirginlik yaratan bi rüyaydı.


küçükken gördüğüm korkulu şeyleri de anımsadım geçen gün. mahalleyi basan kızıldereliler ya da mahalleyi basan doberman köpekler. o dönem kızıldereliler (yahut kızılderililer) bir korku ikonuymuş benim için. hani dobermanları anlıyorum bi gün mal bi çocuğun eşşek kadar köpeği üzerime atlamıştı ben de altıma işemiştim gerçekten korkup. ordan bi köpek korkusu olmuş ama kızıldereliler de neyin nesidir ki? pek tabi şimdi bile anlatsam tüylerimi diken diken eden hırsızlı rüyalarım. küçük tuvalette sessizce duvara yapışmış bekleyen adamın korkulu suratı. hişşşş sesini çıkarma bakışı. ben de tekerlekli sandalyedeyim annemle ablam da içerdeki tuvalette. sesimi de çıkaramıyorum öyle bir felç hali. peki ya evde kimse yokken birden bire annemlerin odasından gelen torba sesleri? sonra içeri girip de kocaman şişman maskeli bi hırsızı görmem onun da beni görmesi sora hişşş diyip pencereden atlayıp kaçması. sırtımdan tırtıllar yürüdü şu an. peki sürekli düşen uçak rüyalarım? sürekli yangınlar çıkan, bombalarla yerle bir olan bir bostanlı görüntüsü? küçükken korkmak için yaratılmış bir objeymişim sanki. bi de o kedili rüyalar sürekli elimi ısıran kediler var. ben ağızlarını açtıkça daha sıkı ısırıyolar açtıkça koparcak gibi ısırıyolar sonra yerlere vurup vurup duruyorum hayvancıkları. halbuki kedileri de severim yani. rüyalar çok garip, hele bi de böyle tekrarlar sürekli görülen aynı şeyler olunca iyice akıl karıştırıyolar. bazen rüya görmek istemiyorum ama bazen de böyle rüyalara yatasım geliyo.


bi gün pek minikken ben ve uğur bakkala gitmiştik. kızkaçıran mı yoksa havai fişekimsi mi ne almıştık. çok fena patlatma yıkma yok etme dönemimizdi. ama ikimiz de çok korkmuştuk. yapalım mı yapmayalım mı derken sonunda abilik damarım baskın geldi peki dedim sen çekil ben yaparım. şimdi bi de bişi olur allahmafaza sen uzak dur dedim. uğur da yok dedi ben yaparım. yok dedim uğur yapcaksak ben yapcam yoksa yapmıycaz. sonra uğur iyi dedi çekildi. ama tam ben yakcakken fitilini ya yapmıyalım dedi. sora da ağlamaya başladı. korkmuş sonra sana bişi olursa dedi yapmadık. bi çocuğun tüm o çılgın eğlenceden çok derin bi endişe ile feragat etmesi, nası desem, göz yaşartıcı.


ev rüya ve kardeşlik temalarını kullandığım bu yazımın sonuna gelirken aslında hepiciğinin nasıl da bir bütün olduğunu kavradım tam şu saniye. uyku kardeşim ver elini gibi bişi.

8 Kasım 2008 Cumartesi

`` ``

b for banana


Çok ciddiye alınan şeyleri sevmem; büyük lafları, kati kuralları, hudutsuz sevmeleri, gülünmemesi gereken filmleri, dalgası geçilemeyecek ilgi alanlarını. Bazen durduk yere tekme yemek istiyor olabilirim ama beklemediğim yumruklara karşı da öfkem güçlüdür. Alnıma vurana golf sopasıyla dalabilirim.


İnsanları oldum olası sevmem. Ruhum da soğuktur, yalanın alasını bilirim, yılan gibiyimdir. Fiziğimden iki resmimden beş alırım. Bazen çok uzaktan çekilmiş bir fotoğrafıma benzerim. Yine de beynimin içinde kurnazlıklar hasetler dolanmaz çok. Bazen hayır diyemediğimden bazen net olamadığımdan sık sık da kabullerimden yılın puştu seçilirim. Puşt bir yanım da var ancak bunlardan ayrı.


Bir uzaktan kumandada yaşıyor olsak "mute" tuşu olmak isterdim ya da aç/kapa. Kolayca kızıveren insanları kolayca kızdırıveririm. Kolay kırılanları da darmadağan ederim öyle bir kolaycı yanım var galiba. Kolay kandırılırım ama çabuk fark ederim. Son anda vaz geçmelerimden hiç pişman olmam aksine bu gibi başarılarımla gurur duyarım. Döngülerden bunalırım, aynı yere varıp durmak heyecanımı bir atlı karıncada kaybetmişim küçükken. Bir de küçükken düşüp bütün dişlerimi kırmışlığım var. Merdivenleri bu husustan pek sevmem, mümkün olduğunda emekleyerek iner çıkarım.


Oturup kendini anlatan insanları yalnız merakım boyutunda dinlemeyi severim. Zorla dayatılan ömürleri de prensipleri de hiç sevmem. Kendimi anlatmaktan da şiddetle kaçarım. Yalnız bir gudubet yanım var ki susturulmayı da hiç sevmem. O zaman tiksindiğim her şeyi yaparım. Çok şeyden de tiksinmem ama. Her şeyden tiksinen insanları da sevmem. Bu örnek insanları oldum olası sevmem kısmına alt küme olsun.


Uyu dendi mi uykum kaçar, gel dendi mi gidesim gelir, konuş diyenle konuşmam, sus denince ıslık çalarım. Yalnız olmaktan duyduğum keyfi hiçbir şeyde bulamıyorum. İnsanları çok manidar, hesapçı, kinci, tribal, fütursuz ve savurgan buluyorum. Kedileri nankör bulan köpekleri ise dost bilen kişilere de bir çift lafım var: keşke siz de mamanızı vermeyince çekip gitseniz.

3 Kasım 2008 Pazartesi

Toute est Calme


Artisto ne demiş? Ne demiş şimdi tam hatırlamıyorum, buna da ayrıca gülesim var. Fakat düşününce Aristo'nun ettiği büyük bir laf vardı yahut olmalı. Hayatta dediğinden alıntı yapılması senin bir şey üzerine az biraz düşündüğünü gösteriyor. Bir arkadaşın gelip "yağ hani sen ogün öyle demiştin yağ" demesi hepimizi biraz da olsa Heraklitos kılmaz mı? Pek tabi kılar değerli kindersurprise severler (merci à Z.).

Bugün kendimi kulaklığımın kordonlarını yalarken buldum. Hemen akabinde de çamlıca gazoz şişemi (reklam vermek) yüzüme kıç tarafı değecek şekilde tutuyordum, mesela sağ yanağımda bir süre tuttuktan sonra artık soğuk gelmiyor ve ben de bu sefer alnıma dayıyordum şişeyi, şişe serinliğini yitirene kadar öylece durup bu sefer de diğer yanağıma götürüyordum. Ancak işin en ürpertici kısmı genzimde durduğuna inandığım minik bir partikülü kürdan yardımı ile çıkarmaya çalışmamdı. Kürdanın birden bire damağıma batması ile ben de kendime dönüverdim. Bir iran kedisi gibi sevgiye ve ilgiye muhtaçtım o an. Bir tavşan kadar da açtım. Ancak bu aptal hareketlerimden ötürü kendimi cezalandırarak bir şey yemedim. Zira zaten ben bu akşam bir orduya yetecek pizza yemiştim ve hiç de akabinde kusmamıştım. O halde beklemek ve beklemek hatta o sırada kendim üzerine bir tahlile gitmek daha uygun bir yaklaşım olacaktı. Gördüm ki ben o Aristo olamamışım. (merci à A.) Ben olsa olsa onun o bahsettiği fanilerden falanımdır. Ben farkında olmadan parmağını emen fallik kişiyimdir. Ben çorabım kokmuş mu lan diyip koklayan sonra da evet kokmuş deyip çıkaran kimseyimdir. Kendi kendimi farketmem tam olarak kendime bakmamla mümkün olabilmektedir. İnsanlık üzerine büyük laflar etmek bana göre değildir, olmamalıdır. Benden bir insanlık medet umamaz, ummamalıdır. Özgürlük bireye değil bireylere ait bir kavramdır demiş birisi bugün sık sık gezinip durduğum mühim haber sitelerinden (?) birinde. Mesela ben bundan 3 saniyeliğine falan etkileniveriyorum. Neden sonra o etkilenmem ani bir karın açlığı ile yok oluyor ve bu laf üzerine iki dilim kaşar yiyerek günü kurtarıyorum. Öyle de kaşar bir yanım var şu hayatta.

Pek tabi bugün okuduğum şeyler iki elin parmaklarına tek tek asılsa birkaçı dışarda kalır, sandalye yahut masa kenarına iliştirilmeleri gerekir. O denli okuyan bir insanım, neyse, bir de bir şeyler okudum fakat şu an kaynak gösteremeyeceğim çünkü bu denli de amnezik bir yanım var. Orada güzel şeyler diyordu, seni pek çok seviyorum, sen şöyle şirinsin, böyle güzelsin, sen gülerken burnunun kıpraşmasına pek bir hayranım, seni bu akşamki haline seviyorum. Şimdi elimize geçen haberlere göre bu lafların kaynağı The Way You Look Tonight adlı parça imiş. İşte ben o parçadaki gibi kendimi deyiveremedim. Siz yaptınız mı bunu? Ben yapmadım. Yapar gibi oldum belki ama ağzıma yedim bir tane. Bir doberman pincher gibi eğitildim bu tür laflar etmeme konusunda. Güzel sözlerin ya da içten gelen o duygu yoğunluklarının salt bir gülücük yahut kaba bir laf ile daha doğru gösterildiğini sandım. Sanmak da denemez bunu ben böyle belledim. Bir bellektir yaşamak. Ancak nedense bugün kendime şöyle bir aziz istanbul edasıyla bakıp da gördüm ki ben bütün filizlerimi koparmışım. Başım da göğe ermiş. Kırpa kırpa bir cılız fasulye kalmışım ben. Bir uzun gövde ve iki yaprak. Bir sikime benzemediğim gibi öyle ortada bir yerde de dikilmiş durmuşum. Ne yana yatmışım ne de bir dala sarılmışım. Bir fasulye için yine de cesur bir davranış, küçümsemeyin.

Her ne halt ise (anyway diye de bilinir) ben bir garip ben olmuşum. Lafım da eylemim de büyük değilmiş. Benden ayşe kadın fasulye bile yapılmaz olmuş. Ben bu şekildeymişim ancak bu şekil şablonlara sığar cinsten de değilmiş. Nevi şahsına münhasır (sui generis) kendi halindeki ben işte bir filiz fasulye, bir yudum insan, iki dirhem faniymişim. Ancak dostlarım ve sevdiklerim, onlar öyle büyük öyle ulu çınarlar ve meşelermiş. Ancak hepsi bir vahşi batı filmindeki setler tarzında dikiliymiş karşımda. O çınarlar, o meşeler aslen birer mercimek, birer bamya, birer domatesmiş. Bunu görmek dünyanın en anlamlı ve asrın en unutulmaz olayıymış.

Ben sizi vahşi batı filmlerindeki gibi severmişim; ancak bir fasulye gibi de cılızmışım.

1 Kasım 2008 Cumartesi