30 Eylül 2008 Salı

Sekiz Kişilik Yaşamlar


arkadaşım,

n'olursa olsun, gözyaşımı yutar saçlarından koklarım.
yaygaralar koparır, sarılır ağlarız.
karşılaşınca, öpünce birbirimizi, dudaklarımız yanar, elele dururken; seni uyanırken - seni çıplakken görürüm.
içimde bir deli şarkı söyler; sen sığ sularda oynarsın, hızlanırız koşarken, her şey küçülüverir, deli gibi çığlıklar atarım.
sulara girmek üzereyim, gitmek üzereyim ben.

Inní Mér Syngur Vitleysingur

kendime 8 kişilik bi pasta aldım. pasta alındığında bi eve, misal bir doğumgünü bir kutlama bir mutluluk anıdır o, bir şeyler yerine oturur. herkes bir sandalyeye oturur, bir masa etrafına. pasta geniş ve yüksek olabilir, rulo olabilir, yuvarlak olması pek muhtemeldir, bazen hüzünle karışık çilekli oluverir, çoğunlukla krokanlıdır pasta, fişneli olabilir, muzlu olabilir, üzücü bir şekilde kestaneli de olabilir, yok ziyanı. kendime aldığım 8 kişilik pasta fişneli ve çikolatalı, üzerinde iri parçalar halinde şekilli çikolatalar vardı. yedim. bir dilim kestim ayrıca, neşeyle yedim. pasta yemek insanı 2 buçuk yaş kadar gençleştirir. 8 kişilik pasta almak bütçenizi belki sarsabilir ama genç kalmanın sırları ne yazık ki biraz tuzludur. pasta ise yoğun bir şekilde şekerli. kendime kalabalık bir aile izlenimi vermek istedim. televizyonun altındaki üççekmeceli'yi kitaplığın durduğu yere taşıdım. üzerine bi dünya maketi bi de eiffel kulesi koydum. kitaplığı ikiye böldüm, çizim masasını bilgisayar masasının olduğu yere havale ettim, kitaplığın üstünü bilgisayar masasının yanına koydum, bilgisayar masasını da çizim masasının eski yerine. kitaplığın altını mutfağa ittim, gerçekten ittim, böyle sürükledim / çünkü kendisi izbandut denenlerden / eve yeni bir görünüm vermek istedim. yeni bir aile kurmuş gibi; çok çalıştım, canım çıktı. canım çıkınca kendime 8 kişilik pasta almaya karar verdim. 8 kişilik pasta için mum ya da maytap istemediğimi belirttim. "sadece canımız çekmişti, kutlama falan yapmayacağak, öyle isteyiveğdik" gibi bi bakış attım adama. kutusunda duran pasta sabırsızdır. açılmak ister. onu değerini bilen ellere vermek gerekir. bu gibi noktalarda sonsuz bir uyum içindeydim evren ile. 8 kişilik sevindim sanırsam.

bazı yaşamlar 1 ya da 2 kişilik, bazılarında bir 3üncü var. kimisi 4 ya da 5 kişiye kadar çıkıyor, 6 kişilik yaşamlar bile var. 7 kişilik bir yaşam 8 kişilik yaşamdan daha az karmaşık olmasa gerek. 7 kişinin yediği pastadan elbet bir sekizinciye pay çıkar. hep böyle düşünmüşümdür. o halde ne 9 gibi kalabalık ne 7 gibi eksik, 8 kişilik pasta gibi "çok yerinde" bir seçimdi benim yaşantım. doğru, düzgün...

münasip bir zamanda 12 kişilik çatal bıçak takımı almak isterim. 6 kişilik arcopal takımı olurdu eskiden bazı evlerde. gazeteler dağıtırdı. ama hiçbir gazete isterse 12 kişilik çerez seti versin 8 kişilik bir pastanın sessiz bir eve getirdiği huzura erişemez.

26 Eylül 2008 Cuma

O-BU-ŞU

yalnız ölülerin fotoğraflarının ellerde taşındığını ya da duvarlarda asılı olduğunu çok geç fark ettim. yalnız onların resimleri ellerde dolaşır. yalnız ölüler resimlerine sığınırlar. ölüm çerçevelere yerleşir, peşimizi bırakmaz.
"Hiçbiryerde"
birinin, onun, biricik, o küçük, telaşlı kalbini ellerinize aldığınızda aklınızdan ilk geçen şey bir an önce o kalbi bırakmaktır. hani "bir an önce bırakayım, yok yok, yapamıycam, ben en iyisi en başından hiç bulaşmayayım" gibi bir ruh hali kaplar insanı. bugün tökezlerken sokakta ya da bankada saçma sapan bir şekilde utançla karışık "ee ööö" derken hep aynı şey. o minik, biricik, o pek paçavra kalbim ağzımın kenarlarından görünür gibi oldu. fişne suyu içimişim de dişlerim gızıl gızıl olmuş gibiydi. ufakkene yapılan "ben vompirim" şakaları gibi komik ama açıklama gerektirmeyen bir şeydi o.


neden sonra vakit geçip de vakit haldır huldur kayıp da o birinin, o biricik, o küçük, o telaşlı birinin gözlerini yakaladığınızda aklınızdan geçen ilk şey bir an önce onu dinlemektir yine de. o korkak o pısırık haliniz yeni doktorlar gibi endişe duyuşunuz aslında pek yersizdir. neden insan en yakınında duranı değil de o vitrinin en dibindeki bardağı ister bazen. benim durumumda anlaşılır, en dipteki bardak en temiz olma ihtimali olan çünkü, en az kullanılmış, yeniliklere en açık olan. en parmak izsiz, en pasparıldak bardaklar bi ihtimal o en dipte olabilir. fekat, feğkat, neden insan en diplerdekini ellemek ister bazen? yanındakini değil de daha karanlıktakini, burdakini değil de ordakini, ya da ne biliyim namlıdakini değil de "yok yok ismar bi başka" derkenki o ismar'dakini? hani şu durumda anlaşılır, evet, namlı'daki 5,99 altılı Red Tea ismar'da 2,99 olmuştu, evvel zaman içinde, o zamanlar ben de böyle değildim, sürekli red tea içer arada kalan vakitlerde bir nescafe express hüpletirdik. evet bak ben de böyle değildim, neden şimdiki halim yerine o daha diplerdeki evvelki halim tezahür etti mini-lcd tarzı belleğimde? bunlan o, bu ve o yani, evvelki cümlelerde sırası ile belirtilen durumlar, birbirine benzer durumlar mı yani? ben de şimdi yanıbaşımdakini değil de o daha diptekini daha anılası, lafı edilesi buldum? aslında anlaşılır, anlama isteğimin doruklarındayım yine, insan hep geçmişini daha gülünesi şimdisini daha hüzünlü bulur. eski fotoğraflarımda nasıl da gülüyorum yaa, resssmen çok mutluymuşum falan der insan kimi kimi... halbuki ağlarken fotoğraflarımızı çekmeyiz, ep gülerken, ep gülerkene çekiliriz, ep bi oynaklık ep bi şugarlık bee...(bu fikirsel çalıntı için teşekkür etmek istediğim kişiyi şu an hatırlayamadım - önemi yok, kendime şu an hiiiç kızamıycam) fekat, feğkat, (okunu ileri at okunu ileri at okunu ileri at) insan neden bu hüsranı bile bile yaşatır kendine? bu değil de o olsun, burda değil de orda olsun, "uçakta yaptık da bi de mutfakta" gibi istekler belki de karın açlığımızdandır. belki de bu gibi durumlarda bolca ıspanak yemek lazım gelir. bilemiyorum, bu çıkarımım şu an öyle bi çıkıverdi ve kendisine engel olmak istemedim.


bazen bi durup düşünmek beyne iyi gelir. bazen bi durup öpüşmek de kalbe iyi gelir. öpüşe öpüşe öpülene karşı bir bağlılık ve öpülemeyene karşı da bir uzaklaşma durumu gelişebilir. bu açıdan şimdi gidip kendimi aynada öpme isteğimi anlayışla karşılamak gerekir. okumu ileri atıyorum bi şekilde.

24 Eylül 2008 Çarşamba

Bir rüya var beynimde / terk edip gitmiyor içimi / birkaç gece önce geldi / geldiği gibi de yerleşti, sıkıştı bir yere / bir köprü üzerindeyim ben / yaşadığım kentin bir yerinde / küçüğüm; yanımda annem ve kardeşlerimle / Sonra yıkılıyor o köprü ve ben havada duruyorum / beni tutan hiçbir şey yok / bir yıldız gibi asılı kalmışım / karanlıkta lanet gibi parıldıyorum / o aç gözler görsün diye beni / tıpkı bakıp dilekler tuttuğumuz yıldızlar gibi / aklım karıştı şimdi / bu ölüm sen misin cidden / bu rüyaların bi anlamı var mı? /yok, yok.. bu daha çok bi hayalet gibi sürekli bizi takip eden, daha müphem bir şey görmediğimiz / daha çok bir his gibi.

iki sene önce falan yazmısım bi kenara (Something Vague'den)


Açık Not: kendime hırçınca vurasım var. tepesim var kendimi. içimden böyle atasım var resmen kendimi. dişlerimi falan döküp ağzıma tazzikli su basasım geldi. parmak uçlarıma kablo çekip elektrik veresim var. zangır zungur sallanasım kafamı taşlara çarpa çarpa yerlerde çırpınasım var. ya bi sor allaşkına bi sor geberme e mi bi sor ya niye de niyeeeee de yaniyeee de. hiiç, öyle bi gıcıklaşasım geldi çünkü diyesim var. öyle bi tartaklanasım geldi diye laf yapıştırasım var. e bi öf de bö pöf de bi höhhle be, allasen, bi silkin bi kendine gel bi insan ol, de. ya bırak bu işleri devlet su işleri, de. sana öyle bi çakasım var. o lafına pek feci takasım, üç gün senle konuşmayasım var. böyle kalııın kalın kitaplar alıp bir türlü okumayasım, hayıflanasım var; her sabah tartıya çıkıp da sonunda 65'i göresim var. iyice saldın de bu havalar bozdu seni de çok boşladın biraz toparlan niye böyle oldun sen, de. seni götümle dinleyesim var. böyle bi hiiiiiç kimseleri takmayasım, metal falan dinleyesim var. kodese giresim, istiklal'de sıçasım var. temiz bir dayak istiyorum, geberene kadar hırpalanmak, bayılana kadar pataklanmak istiyorum, hıncınızı alın diye ilan veresim var. şöyle bi garip bak, tilt ol, ipimi çek, ağzını boz, alaşağı et, hayvan de. karşı çıkmayasım var.

Shake the Devil

that dog had its way with me, shake that dog out of the tree, that dog had its way with me shake that dog out of the tree, shake that dog out of me, that dog, that dog. that bird came at me with a knife, told me she wanted my life, shake that bird out of the tree so that everyone can see. shake that bird out of me, that bird, that bird. that pig took everything i had, that pig made me feel so bad, shake that pig out of the bush, now let's give the pig a push, shake that pig right out of me, that pig, that pig. shake that devil.

19 Eylül 2008 Cuma

içim böyle kımıl kımıl kış mı geliyo nedir?

Bilmem okudunuz mu, ben küçükkene okumuştum. karlar kraliçesi. kay ve gerda. oğlanın gözüne hani kırılan aynanın bi parçası kaçıyodu. sonra ama gün gelip gerda onu bulunca sonra da ağlatınca o parça çıkıyodu. o zamanlardan çok şey kalmadı tabi aklımda. bi tek gözümün önüne gelen görüntüler var.
öyle acayip bi kitapmış ki çok pis aklıma kazınmış. oturup da hikayeyi anlatamam dedim ya hatirlamiyorum. işte asıl korkunç olan da bu. sadece bu kraliçenin görüntüsü, kırılan ayna, göze kaçan camlar. buzlar falan filan.. şimdi hani yağmur yağdı ya bi de pijama giyip corapları cektim ya ayağıma demek ki kış geliyor. kış deyince de aklıma illa ki karlar kraliçesi geldi. bizdeki de yeniyüzyıl'ın armağanı mıydı bilmiyorum ama kapak işte buydu.
yeniyüzyıl demişken, ne güzel gasteydi o. nasıl güzel bi gasteydi. lego verirdi, k'nex falan vermişti. her gün koşa koşa bakkala giderdik. bazen bi minik poşet lego daha almak için bi gaste daha alırdık. o zamanki lego heycanı başkaydı. şimdi robot yapıp yürütüyolar bile legolarla. neyime yarar bilmem? sevemedim.
tasolar gibi aslında. o zaman bir tasolar vardı oh allah oh. arkaları yesildi normallerin. bi de mega taso olurdu onların arkası pembe olurdu. önünde de duffy duck vardı mesela tacmahal'de. tweety sylvester tazmania canavarı. sonra bunların dönenleri çıktıydı. döndürürdük arkaları rengarenkti şekiller oluşurdu. sonra bi iki çeşit daha çıktı. ama zaten tadı kaçmaya başlamıştı. bir koca torba tasom kayboldu sonra. heralde annem attı.
taso dedim de aklıma meşeler geldi. biz meşe derdik izmir'de. bilye işte. içlerinde S harfine benzeyen donmuş renkler olur hani. onlar en klasik meşeydi. bunların bi de etrafı aynalı gibi olanı vardı. 75lik meşe derdik. bi de gocuman şişmanları vardı 100 lük meşe. anam ne güzeldi onlar da. şıngır mıngır cepler ses yapardı.
bi de o zaman tom sawyer kitabım vardı. mağrada kayboluyodu. bi kız vardı neydi adı unuttum ona aşıktı işte. çok maceralı bi kitaptı. hala durur. bak tom diyince bi de çok sevdiğim bi seri vardı, Dört Kafadarlar diye. thomas brezinga mı nyedi yazarının adı. öyle bişidi işte. kardan canavarın esrarı'nı okumuştum ilk. sonra ufolarla ilgili bi tane vardı. bikaç tane vardı bunlardan meğer sürü sepet varmış. benim anca bikaç tane oldu. annem sağolsun güzel kitap seçerdi bize küçükkene.
ha bi de o günlerden en çok aklımda kalan araba çıkartmalı doping adlı çukulatadır. dünyanın en güzel çukusu idi heralde. bi süre daha gördüm sonra yok oldu. yumuşacıktı. hatta reklamı da vardı enerji icin ne yeriz neee yeri neee yeriz dopin doping doooping yerizz diye. bi de sprint vardı cukulata. onu kimse hatirlamiyo. mavi ve sarısı vardı. o da enfes bişidi. neden artık bole guzel cukular yok? belki de bana oyle geliodu kucukken cok guzel gibi geliodu. ama cidden guzeldi be. kendi kendimle kavga ettim su an. bi de cino vardı. portakallı hani. onu buldum ben bi iki sene önce. bi yere gitmiştik köy gibi. ordaki bakkalda vardı. hemen aldımdı 5 tane. ne guzel bişidi o ya. hala bile olabilir bi yerlerde.
valla icim kımıl kımıl oldu. kış geliyo heralde. ben de bunları dusundum simdi yüzbininci kere.
bu arada karlar kralicesini bulursanız okuyun derim. hatta ben de okuyam tekrar. evat.

17 Eylül 2008 Çarşamba

Kanashibari

Az sonra okuyacaklarınız korkutucu olabilir, gece yarısı okumamanız daha makbul olacaktır.

Saat 12 olunca yattım gece. Normalde bi o yana bi bu yana dönmeye alışkınımdır. bir türlü de uyuyamam. ama nedense bu gece pat diye uyuyasım tuttu. hatta önce konsantre oldum gözümün önünde değişik görüntüler belirdi. hani uyumak isteyince uyuyan ve insanda korkunç bi haset uyandıran kimseler vardır ya, aynen o mendeburlar gibi uyuyuverdim.


gecenin ortasında bir an, korkuyla uyandım. bumbumcu, daha dogrusu ramazan davulcusu imiş. nedense ramazan davulcusu bana hep korkutucu gelmiştir. cunku onu hic görmeyiz. yani ben hic görmedim. hep sesini duyarız. israfil gibidir o, gelir dandandan diye ses verir. ben de yerimden zıplarım ya da perdenin arkasına falan saklanırım içimden. koltuk arkalarına girmek isterim. yaklaştıkça sesi artar ya.. bağıran insanlar gibi korkutucudur davulcu. görünmezdir ve hiç de eğlenceli olmayan korkutucu bir ses verir gece yarısı. her ne ise...


uykumun ortasında davulcuyu duydum ve uyandım. dünyanın sonu gelmiş gibiydi. ama cabuk toparladım kendimi. lahavle diyerek gene daldım. sonra davulcu sessiz sessiz gelmiş camımın önüne geçmiş. bir vurdu ki tokmağı hoppa havaya fırladım. ağlayasım geldi, kırk yılda bir istekle uyumuşum, nedir bu dedim, sürekli cimcirilerek uyandırılan, daldıkça tepilerek ayıltılan yorgun bi çocuk gibi hırçınlaştım. yüzüstü yattım, kollarımı birleştirip başımın altına koydum. nerdeyse bir hülya koçyiğit gibiydim ya da scarlet o'hara.


davulcu tangır tungur ederek gitti, gitmiş, gidivermiş, ben o aralarda dalmışım zaten. sonra korkunç bir şey oldu.


odama birisi girdi.


dünyada en çok hırsızdan bir de depremden korkarım bir de yüksekten bir de bazen karanlıktan bir de ananemin ölmesinden korkardım ben korkmayayım diye habersiz vefat etmiş. işte o an dünyada en çok korktuğum o şey oldu, birisi odama girdi. böyle zamanlar için akıl ettiğim rolümü oynamayı düşündüm. uyuyor gibi yap, ses çıkarma dedim kendime. nedense kalbim hemen "sukoyverdi", dambır dumbur atmaya başladı. hırsızın biri tepemde duruyordu. gözlerimi sımsıkı kapadım. hiç kıpırdamadan durmaya çalıştım. herhalde kalbimin sesini duymuş olacak ki beni kontrol etmek istedi. üzerimde duran pikeyi çekti. delirmekle birdenbire ölmek arasındaydım. örtüyü tuttu çekti yavaşça. hala kıpırdamadan durmaya çalışıyordum. kıpırdasam bıçaklayacaktı beni ya da beynime bi tane patlatacaktı. büyük, irice bir iğne ile bütün damarlarımı yaran bir korku kapladı içimi. bir süre daha bekledim. hala ordaydı. bağırıp yüzümü dönmek üzereydim. önce gözlerimi açayım dedim. açtım. ses yoktu. hiç ses yoktu. ben de bekledim. o kurnazsa ben de kurnazdım ama ben çok da tırsmıştım.

10 dakika kadar felç olmuş gibi bekledim. bir an bacaklarımı hissetmediğimi farkettim. belki de felç olmuştum. zira küçükken bir sabah uyandığımda yürüyemiyordum. tıpkı o zamanki gibi bacaklarım büyük altın külçeleri gibi aynı o zamanki gibi sanki dev atom bombaları gibi aynı o gün gibi kocaman patates çuvalları gibi kıpraşmadan duruyordu. sonra derin bir nefes alıp arkamı döndüm. kimse yoktu. gitmişti odadan. biraz içeriyi dinledim hiç ses yoktu. belki de dedim belki de ben bayıldım bir süre o da ne alacaksa aldı ve gitti. evet mümkündü olabilirdi. bekledim ses olmayınca kalktım. salona gittim. bir atlet ve kenarı boyalı şortumla 3 yaşında bir çocuk gibi sandalyeme oturdum. mutfağa doğru baktım. çok pis tırsmıştım.


sonra işte, birden bire, garip bi ses geldi. fışt gibi bişi, çıt gibi belki de tık gibi pat gibi. hani durduk yere perdelerden geliveren o sesler gibi. içeriden geldi. durdum. bekledim. yok dedim dışarıdan geldi ben de içeriden geldi sandım. evet mümkündü.
sonra kırt diye bi ses geldi. sanki gırtlağımı ceviz kıracağı ile sıkıştırmışlar gibi kırt diye bi ses. içerden geldi bu kez eminim dedim. aslında demedim bile böyle bişi hiçbişi demedim. sadece o an 7-8 kere daha geberdim korkudan. sonra yok yok dedim herhalde bir karabasandı yaşadığım. içerden de öylesinde bir ses gelmişti. boş ver dedim kendime.
sonra birdenbire çok sinir bozucu ve dehşet verici bir şekilde, kırt kırt pıtırt fışşşşt hılıhılı klıp ÇAAAAAT diye bi ses geldi. tam içerden. o an işte INGhh gibi çok çaresiz bir ses çıktı içimden. hatta o sese bile inanamadım, ondan bile korktum ben. işte adam hala evdeydi bir de üstüne üstlük bir şeyler yapıyordu. (bunları yazarken bütün tüylerim gene tiken tiken oldu) sonra, neden sonra, o küçük beynim.. ah benim minik beynim. baktım ki o antremsi alanda bir ışık çoğalması oldu. ışık açılmış gibi oldu. o an beynim her şeyi kavradı. meğer o ses, üzerinde ampul yerleştirdiğim ve etrafını da kalın bir resim kağıdı ile çevirerek çakma bir abajura çevirdiğim vazodan gelmiş. o kağıt rulosunun kenarındaki bantlar önce kırt kırt diye açılmış sonra pıtırt diye ve fışşşt diye çözülüvermiş kağıt ve hılılılı diyerek aşağı inmiş ve ÇAAAT diye masaya diklemesine oturmuş.


bu dehşet andan sonra bir de üzerine çıkardığım o acı dolu sesi düşününce koyverdim; ağladım. çok değil ama... bir adet pringles yenecek vakit kadar sürdü ağlamam. "allah belamı versin" dedim, nedense kendime kızdım. sonra televizyonu açıp yattım. sabaha kadar gözümü kırpmadım. uyumaktan da korktum çünkü. dün gece saat 12 olunca yattığım için kendi kendime kızdım. senin insan gibi bi hayatın olamaz ki dedim, geberme e mi dedim, güldüm sonra kendime. ilahi dedim. altına da işemişsindir sen şimdi dedim. güldüm kıkır kıkır. çüküm de korkudan büzüşmüş. sonra bi şekilde uykuya dalmışım. başka kimse gelmedi sonra. başka kimse gelmesin bir daha.


tek başına olduğundan emin bir şekilde uyumak dünyanın en güzel şeyi, huzur dolu.

16 Eylül 2008 Salı

Şeylerin Sakinliği

Unutmaya çalıştıkça yeniden hatırlanan şeyler gibi dalgalanan suya baktı. Dibe doğru inerken sanki eski bir müzikalin pek bilinmeyen yavaş bir şarkısında dans eden figüranlardan biri gibi yavaşça sola ve sağa yatıp duran kalem her saniye daha bulanık daha belirsiz sanki dipten görünmez bir elle çekiliyor gibi düştü. Yere değmeden evvel diğerlerinden daha uzun ve daha sarı duran bir yosun sanki salataya hiç hırpalanmadan ve doğranmadan konan bir roka yaprağı gibi kaleme dokundu. Sendelemeden yosunu eğen kalem bir kez sola doğru eğildi ve artık umursamıyor gibi kendini bıraktı. Gövdenin uçtan başlayıp ortaya dek gelen metal kısmı yere değdiğinde toprak belli belirsiz kıpırdadı ve birkaç parmak boyu yükseğe kadar yükselen toz-lar önce suda uçuşan saçlar gibi tek tek kıvrıldı, ardından su bulandı ve kırılan ışıkla beraber yıkılan bir bina gibi dumana benzeyen bir birikinti bir süre suda asılı kaldı. Her şey sakinleşip yeniden üstüste devrilene kadar suyun en dibine doğru baktı.
Dipte, o karanlıkta, gördüğü şey sakinleşmeydi; durulan şeyler ve donuk bakışlardı.

9 Eylül 2008 Salı

Güneş Kremi Kullanın

Eğer gelecek hususunda size tek bir öneri verecek olsaydım bu güneş kremi olurdu. Güneş kreminin uzun dönemde sunduğu yararlar bilim adamlarınca kanıtlanmıştır ancak tavsiyemin geri kalan kısmı kendi dolambaçlı deneyimlerimden daha güvenilir bir temel içermeyecektir. Simdi size bu tavsiyemi bağışlayacağım.

Gençliginizin sundugu gücün ve güzelligin tadini çikarin. Yahut bos verin. Gençliginizin gücü ve güzelligini onlar yok olup gidene dek anlamayacaksiniz. Yine de bana güvenin, 20 yil sonra, fotograflariniza bakacaksiniz ve simdi kavrayamadiginiz bir biçimde önünüzde ne gibi firsatlar oldugunu ve gerçekten de ne kadar mükemmel göründügünüzü hatirlayacaksiniz. Düsündügünüz kadar sisman degilsiniz.

Gelecek hakkinda kaygilara kapilmayin. Yahut kapilin, ancak sunu bilmelisiniz ki kaygilanmak, bir cebir denklemini bir yandan sakiz çigneyerek çözmeye çalismak kadar etkili bir yöntemdir. Hayatinizdaki gerçek sorunlarin o kaygili aklinizdan asla geçmeyenler olmasi daha mümkündür, bos bir Sali günü ögleden sonra 4 civari kafaniza dank eden türden.

Her gün sizi ürküten bir sey yapin.

Sarki söyleyin.

Diger insanlarin hislerine karşı umursamaz davranmayın. Sizinkileri umursamayanlara tahammül etmeyin.

Diş ipi kullanın.

Vaktinizi kiskançlikla harcamayin. Bazen öndesinizdir, bazen arkada. Yaris uzundur ve nihayet yarisiniz yalniz kendinizledir.

Size edilen iltifatlari hatirlayin. Suçlamalari unutun. Bunu basarirsaniz nasil becerdiginizi bana da söyleyin.

Eski ask mektuplarinizi saklayin. Eski banka beyanlarinizi çöpe atin.

Gerinin.

Hayatinizla ilgili ne yapacaginizi bilmiyorsaniz kendinizi suçlu hissetmeyin. Tanidigim en ilginç insanlar 22 yasindayken hayatlari hususunda ne yapacaklarini bilmiyorlardi. Tanidigim en ilginç 40 yasindakilerin bazilari ise hala bilmiyor.

Bolca kalsiyum alin. Dizlerinize iyi davranin. Gün gelecek onlari özleyeceksiniz.

Belki evlenirsiniz belki de evlenmezsiniz. Belki çocuklariniz olur belki de olmaz. Belki 40 yasinda bosaniverirsiniz belki de 75. evlilik yil dönümünüzde çilginca dans edersiniz. Ne yaparsaniz yapin, kendinizi çok fazla tebrik etmeyin tabi çok da azarlamayin. Sahip oldugunuz seçenekler hep yari yariya sanstir. Diger insanlarinkiler de öyle...

Bedeninizin tadini çikarin, her sekilde kullanin onu. Bedeninizden ya da diger insanlarin bedeniniz hakkinda ne düsündügünden korkmayin. Sahip olabileceginiz en önemli araç odur.

Dans edin, edecek yer bulamasaniz bile gidin salonda dans edin.

Takip etmeyecek bile olsaniz yönergeleri okuyun.

Güzellik hakkinda dergileri okumayin. Sadece çirkin hissetmenizi saglarlar.

Ailenizi tanimaya çalisin. Ne vakit gidivereceklerini asla bilemezsiniz. Kardeslerinize iyi davranin. Geçmisiniz ile kurabileceginiz en iyi baglantidir onlar ve gelecekte yine yaninizda olma ihtimali en yüksek olan kisilerdir.

Arkadaslarin gelip gittigini kavrayin, ancak degerli birkaç tanesine sikica tutunun. Cografya ve yasam tarziniz arasindaki bosluklari birlestirmek için çok çalisin, zira yaslandikça gençken tanidiginiz insanlara daha çok ihtiyaç duyacaksiniz.

Bir kez olsun New York'ta yasayin, ancak sizi katilastirmadan evvel ayrilin oradan. Bir kez de Kuzey Kaliforniya'da yasayin ancak sizi fazla yumusatmadan evvel gidin. Seyahat edin.

Bazi devredilemez kati gerçekleri kabul edin: Fiyatlar yükselecektir. Siyasetçiler kadin pesinde kosacaktir. Siz de yaslanacaksiniz. Yaslandiginizda ise siz gençken fiyatlarin makul, siyasetçilerin haysiyetli ve çocuklarin büyüklerine karsi saygili oldugunu düsüneceksiniz.

Büyüklerinize karsi saygili olun.

Size kimsenin destek olmasini beklemeyin. Belki bir sigorta fonunuz olur. Belki zengin bir esiniz... Ancak her ikisinin de ne zaman tükenecegini asla bilemezsiniz.

Saçinizla çok ugrasmayin aksi takdirde 40 yasina geldiginizde 85 gibi görünürsünüz.

Kimin tavsiyesini dinlediginize dikkat edin ancak size tavsiye verenlere karsi da sabir gösterin. Tavsiye bir çesit nostalji biçimidir. Tavsiye vermek geçmisi çöpten çikarmak, söyle bir silmek, çirkin kisimlarini yeniden boyamak ve degerinden daha fazla bir sekilde yeniden kullanmak gibidir.

Ancak günes kremi tavsiyesi konusunda bana güvenin.

Everybody's Free to Wear Sunscreen