26 Eylül 2008 Cuma

O-BU-ŞU

yalnız ölülerin fotoğraflarının ellerde taşındığını ya da duvarlarda asılı olduğunu çok geç fark ettim. yalnız onların resimleri ellerde dolaşır. yalnız ölüler resimlerine sığınırlar. ölüm çerçevelere yerleşir, peşimizi bırakmaz.
"Hiçbiryerde"
birinin, onun, biricik, o küçük, telaşlı kalbini ellerinize aldığınızda aklınızdan ilk geçen şey bir an önce o kalbi bırakmaktır. hani "bir an önce bırakayım, yok yok, yapamıycam, ben en iyisi en başından hiç bulaşmayayım" gibi bir ruh hali kaplar insanı. bugün tökezlerken sokakta ya da bankada saçma sapan bir şekilde utançla karışık "ee ööö" derken hep aynı şey. o minik, biricik, o pek paçavra kalbim ağzımın kenarlarından görünür gibi oldu. fişne suyu içimişim de dişlerim gızıl gızıl olmuş gibiydi. ufakkene yapılan "ben vompirim" şakaları gibi komik ama açıklama gerektirmeyen bir şeydi o.


neden sonra vakit geçip de vakit haldır huldur kayıp da o birinin, o biricik, o küçük, o telaşlı birinin gözlerini yakaladığınızda aklınızdan geçen ilk şey bir an önce onu dinlemektir yine de. o korkak o pısırık haliniz yeni doktorlar gibi endişe duyuşunuz aslında pek yersizdir. neden insan en yakınında duranı değil de o vitrinin en dibindeki bardağı ister bazen. benim durumumda anlaşılır, en dipteki bardak en temiz olma ihtimali olan çünkü, en az kullanılmış, yeniliklere en açık olan. en parmak izsiz, en pasparıldak bardaklar bi ihtimal o en dipte olabilir. fekat, feğkat, neden insan en diplerdekini ellemek ister bazen? yanındakini değil de daha karanlıktakini, burdakini değil de ordakini, ya da ne biliyim namlıdakini değil de "yok yok ismar bi başka" derkenki o ismar'dakini? hani şu durumda anlaşılır, evet, namlı'daki 5,99 altılı Red Tea ismar'da 2,99 olmuştu, evvel zaman içinde, o zamanlar ben de böyle değildim, sürekli red tea içer arada kalan vakitlerde bir nescafe express hüpletirdik. evet bak ben de böyle değildim, neden şimdiki halim yerine o daha diplerdeki evvelki halim tezahür etti mini-lcd tarzı belleğimde? bunlan o, bu ve o yani, evvelki cümlelerde sırası ile belirtilen durumlar, birbirine benzer durumlar mı yani? ben de şimdi yanıbaşımdakini değil de o daha diptekini daha anılası, lafı edilesi buldum? aslında anlaşılır, anlama isteğimin doruklarındayım yine, insan hep geçmişini daha gülünesi şimdisini daha hüzünlü bulur. eski fotoğraflarımda nasıl da gülüyorum yaa, resssmen çok mutluymuşum falan der insan kimi kimi... halbuki ağlarken fotoğraflarımızı çekmeyiz, ep gülerken, ep gülerkene çekiliriz, ep bi oynaklık ep bi şugarlık bee...(bu fikirsel çalıntı için teşekkür etmek istediğim kişiyi şu an hatırlayamadım - önemi yok, kendime şu an hiiiç kızamıycam) fekat, feğkat, (okunu ileri at okunu ileri at okunu ileri at) insan neden bu hüsranı bile bile yaşatır kendine? bu değil de o olsun, burda değil de orda olsun, "uçakta yaptık da bi de mutfakta" gibi istekler belki de karın açlığımızdandır. belki de bu gibi durumlarda bolca ıspanak yemek lazım gelir. bilemiyorum, bu çıkarımım şu an öyle bi çıkıverdi ve kendisine engel olmak istemedim.


bazen bi durup düşünmek beyne iyi gelir. bazen bi durup öpüşmek de kalbe iyi gelir. öpüşe öpüşe öpülene karşı bir bağlılık ve öpülemeyene karşı da bir uzaklaşma durumu gelişebilir. bu açıdan şimdi gidip kendimi aynada öpme isteğimi anlayışla karşılamak gerekir. okumu ileri atıyorum bi şekilde.

1 yorum:

uzaylı zekiye dedi ki...

hani tenis topunu yere atarsın, o da zıplar, sonra avcunun içinde o süngerimsi ama sert dokusunu hissedersin ya, işte aynen öyle beynini atıp atıp tutasım; kendiminkini de diğer elimle aynı git-gele (gel-git değil) maruz bırakasım geldi.