20 Mayıs 2009 Çarşamba

Wake me up when the bluebells are ringing

Bugün artık her şeyin iyice bunaltıcı bir hal aldığı anda sokağa çıkıp hem şöyle bir dolanmak hem de bir nebze olsun karnımı doyurmaya yönelik bir girişimde bulunmak istedim. Apartmanda mütemadiyen bir inşaat gürültüsü, asla bitmeyen bir asansör, yeniden yıkılıp yapılan bir daire olduğundan gün içinde bir o yana bir bu yana devrilirken küfretmeye çok alışmışım. Ama güneşin battığı ve herkeslerin artık işi gücü bıraktığı o saatlerde dışarısı öyle bir güzelmiş ki saatlerdir neden evde pineklemişim bende anlamadım.

Bizim sokaktan çıkıp ilk sağa sapınca sanki daha az yorucu ve daha güzel gibi gelmeye başladı bana artık, pınar gittiğinden beridir kilisenin sokağına doğru pek yaklaşmıyorum; ama evde 4 adet irice çöp torbası birikince ben de bu seferlik o yöne doğru gidiverdim, çöplerimi attım sonra da her yanı sardunyalarla çevrili evin sokağına kadar yürümeyip o beyaz iki katlı evin sokağına girdim. Akşam serinliğiyle beraber burnuma hanımeli kokuları geldi birdenbire. Aman bir baktım nasıl böyle açmışlar dersin ki hanımelinin bini bir para. Böyle artık dünyanın en güzel dakikalarını yaşar gibi hissettim o an kendimi. Sanki o an böyle her şeyin en güzel olduğu anmıştı da ondan sonra bir daha öyle güzel olmayacaktı falan. Bu kısa emosal dakikalarımdan sonra gene sarsılıp kendime geldim. Sonra gittim kendime birkaç lavaş biraz tavuk bir de böğürtlenli dondurma aldım sonra da koşa koşa eve geri döndüm. Evde olmak güzel, huzur verici bişi aslında ama sokaklarda olmak hele ki bir de böyle bahar gelmişse, yaz gelmişse falan, çok daha tatlı sanki. Böyle kırlara bayırlara inmek zıplamak istiyor insan. Neyse işte, ben böyle güzel güzel kokular duyunca - hele bir de hanımeli kokusu - baya bir enerjik oldum, duygusal serseri moduna girdim. Aklıma da Patrick'in Bluebells parçası geldi. Dedim madem havalar güzel, o zaman her şey çiçek açsın. Yine güzeliz yine çiçek yani.

Öyle bir şeyler...

Hiç yorum yok: